Bilimkurgu Romanı - Yerşehir - Bölüm 10

in #mkb5 years ago

image.png

Askerlerin göçüğü kaldırmasının ardından kafile yoluna hızla devam etti. Tünelin yokuş aşağıya hafif eğimi olan bölgelerinde arabanın arkasındaki boş römorköre binip daha hızlı yol alma imkânı elde ettiler. Artık yolda eşek, katır ve koyun iskeletleri ve çürümüş bez parçaları görmeye başlamışlardı, tünelin bu bölümünün birileri tarafından ziyaret edildiği anlaşılıyordu. İnişi tamamladıktan sonra karşılarına genişçe bir galeri ve bir çeşme çıktı. Yol burada ikiye ayrılıyordu. Ellerindeki haritalarda yeraltı tünelleri Kapadokya’dan İstanbul’a doğru hafifçe kıvrılarak tek hat üzerinde ilerliyordu. Yol üzerindeki küçük yeraltı şehirlerine açılan daha dar tüneller ise çeşitli dönemlerde açılıp kapanmıştı. Tünelin Akdeniz’e yönelen sol kolunun sonradan yapıldığı anlaşılıyordu. Çeşmede ellerini yüzlerini yıkayıp arabadaki su fıçıları doldurduktan yollarına devam ettiler. Artık her an yabancılarla karşılaşabilecekleri için askerler silahlarını kuşanmış durumdaydılar. Tarih küçük şehirlerden çıkıp dar tüneller üzerinden gelerek yoldaki kafilelere saldıran yağmacı çetelerin hikayeleriyle doluydu.

Karşılaştıkları ilk kafile uzun sakallı dört cüce ve üç katırdan oluşuyordu. Bu karşılaşma zamanda geleceğe yolculuk yapmak gibi bir şeydi. İkiyüz yıla yakın bir süredir dünyada neler olup bittiğinden haberleri yoktu.

Amran ve Doma cücelerin yanına yaklaşıp selam verdiler. Cüceler asık suratlı adamlardı, yine de sorulara ellerinden geldiği kadar cevap vermeye çalıştılar. Herhangi bir eğitim görmemiş olmalarına rağmen dünyanın son durumu hakkında epeyce bilgi sahibiydiler. Ne olsa onlar birer tüccardı ve insan alışveriş sırasında çok şey öğreniyordu. Bu karşılaşmada örneğin Yerşehir halkının çok zengin olduğunu anlamışlardı. On dakikalık bir sohbet karşılığında Amran onlara bir Yerşehir altını vermişti.

Sitta ve Tamra heyecan içinde bilginlere yaklaşarak onlarla ne konuştuklarını sordular.

“Bilinen dünyadaki herkes iki asır önce bıraktığımız gibi yer altındaymış. Cüceler yeryüzüne çıkmayı en büyük günah, hatta bir tür küfür sayıyor. Bu arada galiba atalarının inanışlarını terk edip tek tanrı inancına geçmişler. Bu inancı Kudüs’ten deniz yoluyla Tarsus’a gelen ve oradan İstanbul’a giden Araplar getirmiş. Tanrı’nın deniz üzerinde seyahat etmeyi yasaklamadığından söz ettiler. Demek ki robotlar deniz yolculuğuna izin veriyor, bu bizim için yeni bir bilgi. Teknolojide kayda değer bir gelişim sağladıkları izlenimi edinmedim. Ancak teolojilerini merak ettim” dedi Akman.

Yolun devamında yeni bir göçükle karşılaşmadılar, aksine tünel oldukça bakımlıydı. Yolun bazı kesimlerinde zemin parke taşlarla kaplanmış, toprağın gevşek olduğu bölgelerde demir direklerle güçlendirme yapılmış, su baskınlarını önlemek üzere drenaj olukları açılmıştı. On saatlik kesintisiz bir yürüyüşün ardından tünelin genişlediğini fark ettiler. Önlerinde büyükçe bir han duruyordu. Akman hanın kemerli kapısından girip içeride oturan uzun sakallı esmer adamlara hancıyı sordu. Handakiler de yolda karşılaştıkları cüceler gibi Latince konuşuyordu. Ancak kelime dağarcıklarına çok sayıda Arapça ve İbranice sözcük eklenmişti. Neyse ki Akman bu dilleri biliyordu. Hancı üst kattan iki elinde iki ayrı kandille inip birini Akman’ın konuştuğu sakallı adamların masasına bıraktı. Akman hancıya Yerşehir’in gümüş parasını kabul edip etmeyeceğini sordu. Hancı gümüş parayı eline alıp inceledikten sonra “gümüş gümüştür” dedi. Akman’ın işaretiyle kafilenin geri kalanı da hanın kapısından içeriye girdiler.

“Üniformalı hatun kişi kimin zevcesi?” diye sordu hancı. Kılığı kıyafeti düzgün iriyarı bir adamdı, cüssesine ve sol yanağındaki kocaman bene rağmen Akman’da olumlu bir izlenim bırakmıştı.

“Kendisi Yerşehir ordusunun üst düzey kumandanlarındandır. Kocası yanımızda değil” diye cevap verdi Akman.

“Ne putperestlerde ne de ateşe tapanlarda böyle tuhaf adet görmemiştim. Hatun kişi asker olmakla kalmamış, bir de askerlerin komutanı olmuş” dedi hancı.

Akman hancıya bu konuda bir açıklama yapma gereği hissetmedi, ancak İstanbul’da bu tür bir konu gündeme gelirse meseleye nasıl yaklaşacağını zihninde kurgulamaktan da geri durmadı. Yukarıda yan yana iki oda kiraladılar. Silahları ve arabadaki diğer değerli eşyalarını odalarına taşıdılar ve yün yatakları üzerinde rahat bir uyku uyudular.

Günlerce süren yorucu bir yürüyüşün ardından nihayet İstanbul’a yaklaştıklarında bir grup asker kafileyi durdurdu. Midillilerinin üzerinde kafileye soran gözlerle bakıyor, kim olduklarını ve nereden geldiklerini anlamaya çalışıyorlardı. Akman atının üzerindeki güvenli duruşundan askerlerin komutanı olduğunu tahmin ettiği kişiye “kadim yeraltı şehri Yerşehir’den geliyoruz ve kralınızla görüşmek istiyoruz” dedi.

“Böyle bir ziyaretten haberim yok, şu andan itibaren tutuklu bulunuyorsunuz” midillinin üzerindeki komutan, bir yandan da soran gözlerle Tamra’nın ve askerlerinin silahlarına bakıyordu.

“Böylesine bir tasarruf Yerşehir halkına hakaret sayılır. Ülkenizde diplomatik bir misyonla bulunuyoruz” dedi Akman.

“Askerlerinizin elindeki o tuhaf silahlara fazla güvenmememizi tavsiye ederim. Derhal silahlarını bırakın ve bizimle gelin” dedi komutan.

“Yerşehir hakkında ne biliyorsunuz?” diye sordu Akman.

“Eğer derhal söylediğimi yapmazsanız orayı bir daha göremeyeceğinizi biliyorum” dedi komutan. Belindeki uzun kılıca ve askerlerinin elindeki oklara inancının tam olduğu anlaşılıyordu. Boynunda üzerine çapraz kılıç işlemiş bir madalyon ve parmaklarında Arapça harflerle süslenmiş gümüş yüzükler vardı. Akman kıyafeti ve aksesuarlarından komutanın gösterişe meraklı bir adam olduğu sonucuna vardı.

Tamra komutanın gözünün içinde bakarak elindeki silahı karşı duvara doğrulttu ve silahtan kıvılcımlar eşliğinde çıkan elektroşok bombası karşı duvarda büyük bir gürültüyle patladı.

İmparatorun askerleri ürken midillilerini zor zapt ettiler. Komutan atının üzerindeki dik duruşunu bozmadan duvarda açılan gediğe bakıp “Derhal silahlarınızı bırakmanızı ve benimle İstanbul’a gelmenizi talep ediyorum” dedi.

“Buraya sizinle kavga etmeye gelmedik. Sadece imparatorla ya da onun yetkili kıldığı biriyle görüşmek istiyoruz. Ve ayrıca diplomatik teamüllere uygun bir muamele görmenin hakkımız olduğunu düşünüyoruz” dedi Akman.

“Az önce yaptığınız büyü gösterisi yüzünden size ayrıcalık tanımak tanımayacağım. Yabancılar bu ülkenin kurallarına uymak zorundadır” diye cevap verdi komutan.

Bilgin Doma öne çıkarak kendinden emin adımlarla komutanın midillisine yaklaştı ve “Bizi asla tutuklayamazsınız. Böylesi bir girişim sizin ve askerlerinizin ölümüyle sonuçlanacaktır, o nedenle bu inattan vazgeçmenizi tavsiye ederim. Ayrıca takdir edersiniz ki Yerşehir halkı bu kafileden ibret değil. Öte yandan yine diplomatik teamüller gereği kentinizin kapısına ulaştığımızda silahlarımızı bırakacağız. Dolayısıyla benim önerim kentin kapısına kadar bize eşlik etmenizdir. Hem belki yolda iki dost ülkenin vatandaşları olarak daha keyifli konularda sohbet etme imkânı buluruz” dedi.

“Gayet makul bir öneri.” dedi komutan, askerlerin yarısı kafilenin önüne ve diğer yarısı arkasına geçti. Büyük bir kafile halinde İstanbul’a doğru ilerlemeye başladılar.

Sort:  

To listen to the audio version of this article click on the play image.

Brought to you by @tts. If you find it useful please consider upvoting this reply.

You got a 40.44% upvote from @upmewhale courtesy of @bilimkurgu!

Earn 100% earning payout by delegating SP to @upmewhale. Visit http://www.upmewhale.com for details!

Coin Marketplace

STEEM 0.35
TRX 0.12
JST 0.040
BTC 70887.21
ETH 3581.98
USDT 1.00
SBD 4.75