BANA İKİMİZİ ANLAT: Hayal Dünyası

in #tr6 years ago


Bir kitapta okumuştum,

kadın adamı çok seviyordu

Okuduğum kitaplardaki gibi değildi aşk Başka bir yanı vardı ve ben sanırım o yanına denk gelmiştim. Aşkı kitap­lardan okumak doğru muydu bilmiyorum ama bana iyi ge­liyordu. Benim için kitap okumak tam bir keyif meselesiydi. Öyle, orada burada okuyamazdım ben bir kitabı. Benim için ciddi bir sorumluluktu bu. Odama saatlerce kapan­dığımı bilirim. Odamın dışında ise, havanın güzel olduğu zamanlarda bahçede ya da balkonda okurdum kitaplarımı. Dedemden kalanlar ile birlikte çok fazla kitaba sahip olmuştum. Benim için gerçek miras buydu. Bankalardaki paralarla ya da şirketlerdeki konumumla ilgilenmiyordum. İlgilendiğim tek şey beni dünyadan biraz olsun uzaklaştı­ran kitaplardı. Bununla birlikte yazmaktan da vazgeçemiyordum. Kuşları yazarak başladığım bu güzel serüven, her gün daha büyük bir aşkla büyüyerek devam ediyordu. Yirmi beş yaşındaydım. O yaştaki bir gencin sahip ola­mayacağı her şeye sahiptim. Hani şu doğuştan şanslı görü­len canlılardandım işte. Dışarıdan bakıldığında çok havalı ama içine girildiğinde yalnızlığıyla kalakalmış olan, bir başına bir adam olup çıkmıştım. Bütün enerjimi yazmaya veriyordum. Rahatlamamın tek yolu buydu. Bunun dışın- da hiçbir şekilde mutlu olamıyordum.


Zaman içerisinde bu durumun kendi sağlığım açışından bir tehlike oluşturabileceğini düşünsem de, ne Mecaz Adam olmaktan ne de Rüzgâr Demirsoy olmaktan vazgeç­tim. Yaşadıklarımı yazmadım ama yazdıklarımı hep yaşa­dım. Bu cümle öyle derin ki, içinde boğulabilirim. Mecaz Adam karakteri benim için bir dışavurumdu ve en yakınımdakilerin bile bundan haberi yoktu. Öyle ki, anneme bile bu durumdan hiç bahsetmedim. Yazdıklarımı her an yayımlamıyordum. Çoğunlukla her yazdığımı bilgisayarım­daki klasörlerde saklıyordum. insan kendine tarafsız kalamıyor. Rüzgâr Demirsoy ola­rak Mecaz Adam’ı çok fazla seviyordum. Belki de Rüzgâr Demirsoy’un olmak istediği adam olduğu için bu durum böyleydi. Hiç kıskanmadım Mecaz Adam,ı, beni mutlu ediyordu varlığı. Eğer o karakteri üretmemiş olsaydım, Rüzgâr Demirsoy olarak çok mutsuz bir yaşantıya sahip olabilirdim. Her gün şirketten döndükten sonra, Rüzgâr Demirsoy kimliğimi eve adım atarken bırakıyor ve üzerime Mecaz Adandı giyiniyordum. Böyle mutluydum ve her gece yeni yazılar yazıyordum. Yazdıklarımın beğenilmesi beni daha da mutlu ediyordu. Sadece bir an için, sizi hiç tanımayan insanlardan övgüler aldığınızı düşünün. Yazdıklarınızla mutlu olan ve yaralarını saran insanlar düşünün. Kendi yarasını saramayan bu adam, herkesin yarasına iyi gelmeye başlamıştı.

-Ne zamana kadar bayım?

-Ben kendime gelene kadar küçük hanım.

-Yoruyorsunuz beni.

-Kendimde değilim diyorum size. Anlamıyor musunuz?

-Anlamamak mümkün mü? Benim zamanım yok. Bu gece sevmelisiniz beni.

  • Nedenmiş o küçük hanım.

-Bakın bayım, ben hasta bir kadınım. Kalbimin bazı konularda yetersiz kaldığını ve sevgisizlik yüzünden dahi ölebileceğimi bugün öğrendim. Sizden beklentim bir aşk değil. Sadece başımı göğsünüze yaslamalıyım ve siz kolunuzla yüzümü çevrelemelisiniz. Beni saklanmalı­sınız tüm kötülüklerden. Aşk diyorum, olmasa da olur ama sevgisizliğe tahammülüm yok bu aralar. Kalbimin hızlı çarpmasını istemiyorum, tek derdim biraz daha sıcak bir kalbe sahip olmak. Eğer sarıp sarmalarsanız beni, kendimi çok daha iyi hissedebilirim.

-Bitti mi küçük hanım.

-Evet bitti.

-Şimdi usulca başınızı göğsüme yaslayın. Ellerimin saçlarınıza ihtiyacı var.

Gerçekten de ellerimin saçlarına ihtiyacı vardı. Yıllar sonra tekrar Rüzgâr Demirsoy’a yenik düşmüştüm. Âşıktım Eylül’a ve bu atlatılabilir bir şey değildi. O gece bizde kaldı. Oysa evi hemen yan taraftaydı ama gitmeyi istemedi. Salondaki koltukta göğsümün üzerinde uyuyakaldı. Hayatı­mın en güzel anıydı. Koltuğa uzanmasını sağlayıp içeriden getirdiğim örtü ile üzerini örtüp tam başucunun karşısında­ki tekli koltuğa oturdum ve onu yazmaya başladım.


Benim Üstüm Başım Şensin

Yalnız düşünmek istemiyorum şu sıralar seni, Kafamda yine onlarca soru birikti,

Adın diyorum, unutulması ne mümkün,

Bir Eylül’e bakıyor bütün hatıralar.

Oysa sevmezdim ben Eylül’ü senden önce Senden sonra sevmediğim gibi...

İnsan ne kadar umutsuz olabiliyor bazen,

Ne kadar yenik kalbine ve nefsine,

Aşk olmaz senden kadın,

Adın gibi Eylül olursun sen,

Akar gidersin.

Senin damlaların ne beni temizler,

Ne seni masum kılar.

Sen öyle bir Eylülsün ki,

Her damlanda kaçacak yer arar bu adam,

Çünkü dokunsan bir daha tenime,

Olduğum yerde olduğum gibi yeniden severim seni, Benim üstüm başım sensin.

Birkaç yazıdan sonra uykusuzluğa dayanamayıp odama geçtim ve uyudum. Sabah evin içinde dolanan Eylül’un minik ayaklarının sesiyle uyandım. Her şey rüya gibiydi. Dün gece sanki bir rüyaydı ve ben hâlâ rüyadaydım. O şımarık kız bana kek yapmıştı ve muhteşem bir kahvaltı sofrası hazırlamıştı.

Eylül’u çok az tanıyan biri bile onun böyle şeyler yapmayacağını bilir. Nereden çıkmıştı şimdi bu hürmet, aklım almıyordu. Bazen insan yaşadığı anın tadını çıkar­malıydı. Sorgulamıyordum. Mutfağa geçtiğimde hâlâ bir şeyler hazırlıyordu. O an belinden sarılmak istedim ama vazgeçtim. Henüz adı konulmamış bir ilişki yaşıyorduk. Belki de yine ansızın çekip gidecekti. Arkasını döndü ve “Günaydın bayım” dedi. Sonra yanıma yaklaşıp önce sağ yanağımdan sonra sol yanağımdan öptü ve kahvaltıya başladık. Her şey o kadar güzeldi ki... Ömrümün sonuna kadar o anı yaşamak isterdim. Eylül’un hep o kadar ma­sum, o kadar güzel kalmasını isterdim, lâkin bu mümkün olmuyordu. Henüz kahvaltıya başlayalı beş dakika olmuştu ki, saate bakıp benim çıkmam lazım diyerek çıktı. Evet, aptal gibi kalmıştım yine. Kahvaltı o kadar güzeldi ki, birkaç saat sofradan kalkmadım. Ardından yine Mecaz Adam oldum ve Eylül’u kâğıtlara döktüm.


Ben sana kedi olayım, sen bana kitap...

Bu hayatta neyin ne kadar değerli olduğu, bizim o şeye verdiğimiz önemle ölçülür. Kimi insanlar için konum her şeyin üzerindeyken, kimileri para için yaşarlar, hatta yaşamakla kalmaz paranın kölesi olurlar. Herkesin bir seçimi vardır ve insanların ayrıştığı nokta tam olarak budur. Her­kes kendi seçimlerinin peşinden giderken başkalarına yaban­cılaşır. Başkaları için değerli olan şeyler onlar için önemsizleşir. Oysa kendileri de aynı durumdadır. Değer verdikleri şeyler başkaları için değersizdir.

Nasıl yaşamalı insan?

Sahip olmak için çaba sarf ettiği şeyler uğruna tüm bir hayatı vermeli mi? Yoksa kendi için değerli olan şeylerin yanı sıra başka değerleri de görebilmeli mi?

Bu soruyu kime sorsak ikinci ihtimalin çok daha iyi oldu­ğunu düşünür ve o ihtimali seçer, ancak kimse bu düşüncey­le hayatına yön vermez.

Benim için eski kitaplar değerlidir. Eski kitapların o ko­kusu en az oksijen kadar mutluluk verir bana. Bir ağacın ilkbaharı beklediği gibi beklerim ben o kitapları, ancak bu çoğu insan için değersizdir. Onların değer verdikleri şeylere de değer veririm. Paraya değer veren, para için yaşayan bir adam ne kadar değerliyse kedileri seven, kedileri için yaşa­yan bir kadın da o kadar değerlidir.

insanların hiçbir zaman yaşanmışlıklarını bilemeyiz. De­ğer yargılarının oluştuğu süreçler vardır. Kimse bu süreçle­rin farkında olmaz. Neyi neden sevdiğinin farkına bile var­maz. Para için yaşayan adam, muhtemelen para yüzünden sevdiği bir şeyleri kaybetmiştir. Hedeflerine ulaşamamıştır ve hayatımın merkezine parayı koymuştur. Hele ki para ile bazı şeyleri çözebildiğini gördüyse para onun için en değerli obje olmuştur.

Gelelim kedileri seven kadına...

Belki aldatılmıştır o kadın ve günlerce kedisiyle yatmıştır. Hayatına ortak ettiği ve güvenebildiği tek canlı o kedi olmuş­tur. Kedinin bakışlarını sevmiştir. Omzuna yatışını sevmiş­tir. Kendisine muhtaç olduğunu gördüğü ve gidemeyeceğini bildiği için sevmiştir belki de...

Bir de kitapları seven adamlar var benim gibi...

Soğuk bir kış akşamı odasına kendini hapsederek gözleri ağrıyana kadar okuyan adamlar var. Kitaplar kedilere ben­zer. Aldatmazlar. Size muhtaç değillerdir belki ama olsun... Kitaplar su istemez mama da istemez. Onlar sayfalarının çevrilmesini ister. Binlerinin onlara dokunmasını ve parmak uçlan ile okşamasını isterler.

Kitaplar çok şey istemezler, kediler de öyle...

Peki biz insanlar? Biz ne istiyoruz bu hayattan?

Sırtımızda binlerce yük taşıyoruz ve biliyoruz ki bu yük­ler bizimle gelmeyecek, çünkü insanların dertlerine toprağın altında yer yoktur. Sırtımızdan bu dert küfesini atmanın vakti gelmedi mi?

uİkimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım” demiş Turgut Uyar. Göğe bakmanın vakti gelmedi mi sence? Hayatındaki tüm olumsuzlukları bir köşeye atmanın vakti gelmedi mi?

Ne kadar çok okunmamış kitap var sahaflarda... Ne ka­dar çok okşanmamış kedi var sokaklarda... Ne kadar çok biz varız yarınlarda...

Çaresizliği bugünlere gömüp, yarınlara bakmanın vakti gelmedi mi?

Ben sana kedi olayım, aldatmak kelimesini hayatıma katmayayım, senin adamın olayım. Sarılmaktan korkma­dığın, omuzlarından emin olduğun bir adam olayım. Sen de benim kitabım ol. Sadece seni okuyayım, aşkı sendeyim, kokunu kendime katayım.

Ne sen benden git ne ben senden kaçayım.

Ne sen benden vazgeç ne ben senden başka aşk bulayım.

Gel benim kitabım ol, kedin olup hep seninle kalayım.

Birini yazacak kadar sevdiyseniz, tükenişinizi izlemek için bir aynaya ihtiyacınız kalmaz Yazdıkça tükenir, yazdıkça filizlenirsiniz…

Mecaz Adam’ın işi gücü Eylül Atalay’ı yazmak ol­muştu. Rüzgâr Demirsoy’dan sonra bir âşık daha kazanmış­tı Eylül Hanım.

 


Posted from my blog with SteemPress : https://kimseye-guvenme.000webhostapp.com/2018/07/bana-ikimizi-anlat-hayal-dunyasi

Coin Marketplace

STEEM 0.26
TRX 0.11
JST 0.032
BTC 64555.14
ETH 3086.03
USDT 1.00
SBD 3.85