Kısa Öykü - O Yaz

in #tr6 years ago

golden-sunset-173594_1920.jpg

15 yıl kadar önce Zerrin Özer'in O Yaz şarkısından esinlenerek aşağıdaki hikayeyi yazmıştım. Zamanında epey ses getirmişti. Burada yeniden paylaşmak istedim.

O Yaz
Rahmetli annem içimde için için yanan bir ateşle birlikte doğduğumu söylerdi. Geç oldun, ama güç doğmadın, derdi. Sevinerek, severek bakardı gözlerime. İçten bir muhabbetle, doyamadan bakardı.

Kaçıp ağaçlara giderdim. Kirazlara, eriklere tırmanırdım. Sapanla kuş düşürürdüm. Hasan’la kavga ederdik. Tepelere gidip koyunlara bakardık. Otlara, dereye bakardık. Derede balık tutardık. Çocukken yüreğimi sağa sola saçardım. Gün boyunca oynayıp gülerdim. Akşam olunca ateşimi rüzgara verirdim. Eve döner, kaymaklı şekerli ekmek yerdim. Çocukken dünya beni çok severdi.

Bir ramazan akşamı annem bana gebe kalmak için ne çok dua ettiğini, hocalara, hekimlere gittiğini anlatmıştı. Babam sanki bilmezmiş gibi başını yana yatırıp dinlemişti. Allah sevdiği kuluna dölü kırkından sonra verirmiş, demişti annem. Babam anneme bakıp iç geçirmişti.

Ortaokula başladığım hafta annem öldü. Çocukluğum bitti. Ateşim küllendi. O kış annemin hasretiyle geçti. Teyzem, teyze anne yarısıdır, dedi. Yatağıma gelip başımı okşadı. Herkes bana acıdı. Renkli şekerler getirdiler. Kış boyunca ağlayıp nazlandım. Yeni küfürler öğrenip herkese sövdüm. Kızdılar, ama söz söylemediler. Babam hacca gidip döndü.

Zamanla içim sağaldı, acım geçti. Babam işi gücü bıraktı. Dükkandaki kırtasiyeyi, kitapları ‘bilâbedel’ Milli Eğitim’e devretti, kapıya kilit vurdu. Büyüyünce dükkanı açarsın, dedi. Dükkanın kazandığı devede kulaktı. Asıl geçimimiz kiralardandı. Turan’ın kahvesinde Rahmi Amca’dan satranç öğrendim. Rüyamda atlarla filler canlandı, üstüme vardılar. Ben lise birdeyken Turan’ın kahvesinde kim satranç oynamak istese benle oynadı. Üstüme vardılar, dünyada başka meşgaleler de var, her şeyin azı karar, çoğu zarar, dediler. İçim sızladı, annem tekrardan ölmüş gibi oldum. Siz işinize baksanıza, dedim. Geze dolaşa eve gidip kendimi yatağa gömdüm.

Babam yüzünü tastamam ahrete çevirdi. Sakal bıraktı, akça pakça, sevimli bir ihtiyar oldu. Gününü eş dostla yarenlik ederek geçiriyor, akşam olunca Kuran okuyor, namaz kılıyordu. Turan’ın kahvesinde Vedat’a yenildim. Kazanmaktan sıkılmıştım, çok üzülmedim. Vedat’la satrançtan konuştuk, arkadaşlık ettik. Kitaplar alıp, kitaplar verdik. İzmir’e, bölge satranç turnuvasına gittim. Vedat beni beğense de ben bir başka olsam diyordum. Yerel gazetede ‘genç yetenekler’ arasında resmim çıktı, Vedat’a gösterdim. Bir akşam salkım söğüdün gölgesinde bana ekonomi anlattı. Ay tabak gibiydi. Kulağımı Vedat’a, yüzümü göğe verdim. İşçilerin durumu neden kötü anladım, tüccarlar nasıl zengin oluyor, diye sordum. Tam anlatamadı. Kitaplar okuyup tüccarların zenginliğine kızdım. Aysız gecelerde duvarlara yazılar yazdık. Başka Vedat’larla tanıştım. Dünya üzerinde olup biten ne varsa tartıştık. İçimdeki yıkıntının içinden doğruldum, üzerime bir dinçlik geldi. Mitingde ‘Kahrolsun Faşizm’ diye bağırdık.

Radyoda bildiriler okundu, marşlar çalındı. Yıldızların altında yürümek yasak edildi. Babam Tolstoy’a merak saldı. İslam aleminden niye vicdan sahibi adam çıkmadı, dedi, dertlendi. Bütün kitaplarını arayıp buldu, sabahlara kadar okuyup neredeyse hatmetti. Lise bitti. Bir akşam babam uyurken eve jandarmalar geldi. Alıp bilmediğim bir yere götürdüler. Tepeme ışık tuttular. O kadar çok sordular ki içim kıyıldı. Karanlık yerlerde sıkıştırıp vurdular. Anama küfrettiler. Allah kitap devlet ne varsa sövdüm. Daha çok vurdular. Rütbeli birisi geldi. Ötekileri azarlayıp, Gereksiz adamları burada tutmayın, elebaşılarına yer kalmıyor, dedi. Işığa çıktım. Babam mahzun, kapıda beni karşıladı. Kulağımda rütbelinin sözleri çın çın çınlıyordu. Soran gözlerle baktı babam, Gereksiz yere eziyet ettiler, dedim.

Tespih böceği gibi yuvarlanıp içime kapandım. Evde babamla karşılıklı susup oturduk. Tenimdeki yaralar iyileşti, çıkıp pavyonlara dadandım. Edepsiz, adi olayım istedim. Gereksizlik giysisinden soyunayım istedim. Pavyon kadınlarının ezik memelerine sığındım. Pavyonların kırmızı mor ışıkları içime işledi. İliğim kanım alkol oldu. Dar arka odaların, çatlak lavaboların sefaletinde kendimi unutmak istedim. Issızlığımı şehvetle değişmeyi denedim. Babam belli ki kendi yolumu kendim bulayım istedi. Söylentileri duymazdan geldi. Kapıya şikayete gelenleri tersleyip yolladı. Gözlerime bulaşan kavruk kadınlardan, dünyadan ve ahretten dışlanmışlığımdan usandım. Pavyonları yarım yürekli adamlara bıraktım. Gölgemi alıp çıktım.

İzmir’den mal istedim, paralarını gönderdim, aldım. Kırtasiyeyi açtım. Babam dünya derdini sırtından atıp hafifledi. Neredeyse saydam oldu, nurlandı. Gözleri vara yoğa yaşarır, çirkini, kötüyü hoşgörür oldu. Teyzem yarım ağızla evlilik laflarına başladı. Dükkana uçurtmalı, kurdeleli çocuklar geldiler. Baş örtülü mahcup annelerle, tespihli otoriter babalar geldiler. Defterlerin ucuzunu, çok dayananını sordular. Gün oldu babam masallara merak saldı. Babama okuduğum masallara karıştım. Gece yatağımda geleceğime hikayeler uydurdum. Gündüz gözlerim sokaklarda Vedat’ı aradı.

İçeri ışıklı bir beyazlık girdi. Parmakları ak kalemler gibiydi. Gözleri yumuşak kömür karasıydı. Şaşakaldım, teninde kıvılcımlar dolanıyordu. Yüreğim yörüngesinden çıktı. Ellerim, ayaklarım, gövdem birbirine karıştı. Buyrun, dedim. Şiir kitabı bulunur mu sizde, diye sordu. Şu yanda birkaç tane var, dedim, köşedeki rafı gösterdim. Attila İlhan’ın iki kitabını aldı. Ötekiler yok, dedi yüzünü indirerek. Mahcup oldum, Hangisini isterseniz getirteyim, dedim. Hepsini istiyorum, yollayın lütfen, dedi. Işığını peşi sıra sürükleyip çıktı.

İzmir’i arayıp kitapları tez elden göndermelerini tembihledim. Her yanımı ateş basmıştı. Durduğum yerde duramadım. Dükkanı kilitledim. Eve gidip odama kapandım. Ortada hiçbir şey yokken heyheylendim diye kendime kızdım. İçime sevdalanma korkusu düştü. Ne o yukardan tavırlar, uşağın mıyım, dedim. İstanbul mu burası, o kadarını bulduğuna dua et, dedim. Nereye yollayayım, müneccim miyim, dedim. Çok meraklıysa gelsin kitapları kendi alsın diye düşündüm.

Turan’ın kahvesinde adının Nihan olduğunu öğrendim. Şemsi Akkan’ın kızıdır, dediler. Küçükken uçurtma uçururdunuz, dediler. Küçükken demek o kadar ak değilmiş diye düşündüm. Bir alacak meselesi yüzünden İstanbul’a göçmüşler. İzleri, isimleri kasabadan silinmiş. Önceki ay Şemsi Bey çıkıp gelmiş. Doğduğum toprağı özledim, demiş. Alacaklıma haber salın, borcum borç, öderim, demiş. Turgut Reis’in konağına bir milyon peşin para sayıp almış. Konağı şenlemişler.

Masallarıma işveli bir dilber katıldı. Babam anladı, açık etmedi. Madem bir kere sevdalanmış masaldaki şehzade, yüreğini sınasın, vazgeçmesin, dedi. Şehzadeler dülgerler gibi ayran gönüllü olmaz, dedi. Ne zaman hangi kapı açılsa geldi sanıyordum. Yüreğime bir telaş bulaştı. Fena oldum. Gideyim de kurtulayım dedim kendime. Kitapları alıp kapısına gittim.

Kapıyı annesi açtı. Kendimi tanıttım. Nihan Hanım kitap istemişti, dedim. Dalga dalga bir heyecan geçti gövdemden, utandım. Samet, dedi emin olamadan. Samet, dedim. Koca adam olmuşsun, geç otur bir çay iç, dedi, çardaktaki masayı gösterdi. Geçip oturdum. Üstünü değişip geldi. Babamın sağlığını sordu, annemin ölümünü duyduğunu, cenazeye gelemediği için çok üzüldüğünü söyledi. Nihan geldi. Sen Samet’i tanımadın mı, diye sordu annesi. Tanımadım, dedi Nihan uykulu, soğuk. Çok küçüktünüz tabii, dedi annesi. Kitapları uzattım, şaşırdı. İstemiştiniz hani, diye açıkladım. Doğru ya, dedi. Ötekilere biraz baktım, hiç hoşuma gitmedi, dedi. Ama olsun, belki bunlar daha iyidir, dedi, kitapları alıp masanın üzerine koydu. İzin isteyip kalktım. Yine gel, çok canım sıkılıyor, dedi.

Yüreğim sanki bir parça soğumuştu. O da melek değildi nihayet, onun da annesi vardı. Ne uzak kız, diye düşündüm. O gece rüyama girdi. Bir nehir kıyısındaydık. Ne güzel kokuyorsun, diyordum. Omuz silkiyordu.

Birçok akşamlar çardakta çaylar kahveler içtik. Çardakta yıldızlı, rüzgarlı, sisli gecelerimiz oldu. Sustuğumuz, konuştuğumuz, tartıştığımız oldu. Ayaklarım yerden kesilmiş gibiydi. Omuzlarıma sanki gökten bir kuvvet inmişti. Yanımdayken uzakta, ayrıyken yanımdaymış gibi halleri vardı. Kafam karmakarışıktı. Annesi gidip yattıktan sonra bir akşam gelip kucağıma oturdu. Elleri gül yaprağı gibiydi sanki sedeftendi. Dudağındaki ateş yüreğimi dağladı. Yangın yerine döndüm. Hiç ayrılmayalım, dedim. Sustu, hiçbir söz söylemedi.

Gözlerim derinlere bakar oldu. Kendimden çıktım. Gece sabaha kadar ateşler içinde duvarları seyredip çok çocuk hayaller kurdum. Gündüz tepelere, ıssız yerlere gittim. Otla ot, bulutla bulut oldum. Bazı uykum geldi, bir ağaç dibinde yatıp uyudum.

Bir veda sözünü, iki satır mektubu esirgeyip gitti. Belime bıçak gibi bir ağrı saplandı. Turan’ın kahvesinde sordum, üniversiteye başladı, dediler. Sana fazlaydı, zaten bilirdik, dediler. Davul bile dengi dengine çalar, dediler. İçime soğuk rüzgarlar doldu, orman gibi uğuldar oldum. Kolum kanadım kırıldı. Günlerce ağladım, ağzıma lokma değdirmedim, acı ekşi sular kustum. Babam halimden bildi, Hayına dökülen her damla yaş cennet ırmaklarından bir ırmak eksiltir, dedi. Güz bitti, rüzgarlar çekildi, içimde bir boşluk aylar boyu asıldı kaldı.

Yüklü bulut gibiydim. Kısılmış kalmıştım. Tavandan tüfeği indirdim. Parkamı, botlarımı giydim, fişeklikleri kuşandım. Kendimi karlı dağlara vurdum. Canım çıkasıya yürüdüm. Mağara diplerinde geceledim. Ormanları yakayım istedim tutuşturamadım. Kuşlara dadandım. Kuşlar ölünce ne ağır olurmuş şaştım. Kekliklerle, bıldırcınlarla beraber öldüm. Onlarla sanki başkası oldum yeniden doğdum. Kanını akıttığım her kuşun canı canıma katıldı. Karları küreyip bir ateş yaktım. Çalı çırpı topladım, ateşim gümbürder her yanı sarar sandım. Olmadı. Yüreğimin eski hallerini ormanda bıraktım.

Dükkanda duramadım. Çıkmak, kasabadan gitmek istedim. Yüreğime bir heyecan, sırtıma bir yük aradım. Babam sözden sesten kesildi. Doktor getirdim, istemedi. İçine kapandı, hep göğe bakar oldu.

Bir kamyon alıp yollara düştüm. Hangi şehirden nereye mal bulduysam kabul ettim. Kamyon bana göreydi. Göğsüme yerleşen motor sesini sevdim. Titreye sarsıla tırmandığımız yokuşları sevdim. Memleketin her yanı hep bana göreydi. Yol kıyılarında solmuş badanalı ıssız evler gördüm. Harap telefon direkleri, kararmış vagonlar gördüm. Bozkırların kasvetini, dağ doruklarını geçtim. Mola yerlerinde uykulu yorgun şoförlerle dertleştim. Teybe Orhan Gencebay’ın, Aşık Veysel’in kasetlerini koydum. Uzun ince bir yoldaydım. Bağrımda yaralar vardı. Müzik bana bir teselli versin istedim. Dikiz aynamdan içinde Nihanlar olan özel arabalar geçtiler. Yollarda dört mevsim geçirdim. Sakallarım uzadı, avurtlarım çöktü. Babam gözümde tüttü, kasabaya döndüm.

Şemsi Bey öldü. Cenazede Nihan’ı dünya gözüyle son defa gördüm. Ona meylim kalmamış anladım. Yüreğime bir hafiflik geldi. Nihan’la annesi konağı satıp İstanbul’a göçtüler.

Babamın dili açıldı, yeni yetme delikanlılar gibi söyleşir oldu. Azrail’den üç-beş sene müsaade aldım, dedi. Vedat’ın kahvesinde sepet satan bir adamla tanıştım. Bu sepetleri kim örer, diye sordum. Bodrum’da ustaları vardır, dedi. Bodrum’da bir zaman sepetçi çıraklığı yaptım. Kırtasiyedeki malları ‘bilâbedel’ Milli Eğitim’e devrettim. Gerekli malzemeyi getirtip işe giriştim. Üzerime bir dinçlik geldi. Gece gündüz hasır demetleriyle, kasnaklarla haşır neşir oldum. Kediler, sıpalar, ağaçlar yaptım. Kasabalı dükkana gelip yaptıklarımın ne işe yaradığını sordu. Bekleyin hele görürsünüz, dedim. Ne göreceklerini bildiğim yoktu, maksadım başımdan savmaktı. Yaptıklarımı ruhsuz buldum. Daha ince çalışayım canlı gibi olsunlar istedim. Odalar dolusu herşey şeklinde sepetler yaptım. Kaymakam bile merak etti geldi. Kaymakama sepet biçiminde bir keklik hediye ettim. ‘Bunun içine bir şey koymaya kıyamam, hanıma veririm, büfeye koyar’, dedi. Çevrede ismim yürüdü. Bodrumdan turistler gelip çok dolarlar marklar verdiler. Sepetlerimi alıp sevinerek gittiler. ‘Bu sepetler nasıl böyle oluyor’, diye sordular. ‘İçimdeki ateşten katıyorum’, dedim. Dili dilimize benzemeyen bir güzele aşık oldum. Huyunu da yüreğini de çok sevdim. Bugüne nasıl gelmişim, sakallarım nasıl ağarmış, bunu ona anlatmak istedim.

Not: Yukarıdaki metin geçtiğimiz yaz Bodrum’da, Turgut Reis sahilinde tanıştığım bir ‘ağabey’in gerçek yaşam öyküsüdür. 6 ay önce tanışıp evlendiği ‘yenge’nin okuyup anlayabilmesi için metnin İngilizce’ye çevrilmesi gerekiyordu, ben de bu misyonu memnuniyetle üstlendim, çünkü birlikte çok mutlu görünüyorlardı. Metne eşlik eden yüksek duygusal tondan dolayı çeviri esnasında epeyce zorlandım. Ve çevirisinin ‘kusursuz’ olması için neredeyse bir ay uğraştığım metinle aramda tuhaf bir bağ oluştu. Ümit Abi’den –isimleri ve yerleri değiştireceğimi belirterek- öyküsünü yayımlamak için izin istedim. ‘Kasabadakiler kesin anlarlar’ diye itiraz edecek oldu, ama kasabada ola ki edebiyata meraklı bir avuç kişi varsa da, amatör bir yazarın sesinin onlara kesinlikle ulaşmayacağını söyledim. Gönülsüz bir biçimde kabul etti. Hikayemin hikayesi işte böyle.

Sort:  

Go here https://steemit.com/@a-a-a to get your post resteemed to over 72,000 followers.

Coin Marketplace

STEEM 0.26
TRX 0.11
JST 0.033
BTC 64006.33
ETH 3077.08
USDT 1.00
SBD 3.87